Selim İleri’nin “Mektuplar korkunçtur” yazısı, son dönemlerde saklı çekmecelerden çıkıp birbiri ardına yayımlanan mektupların çokluğunu akla getirdi. Özellikle son iki yılda Türk ve dünya edebiyatından her biri edebiyat tarihine düşülen birer not niteliğinde pek çok mektup yayımlandı. Ahmed Arif’ten Leyla Erbil’e Mektuplar (İş Kültür), Orhan Veli’den Nahit Hanım’a Mektuplar (YKY), Yusuf Atılgan’ın arkadaşı Halil’e mektupları (Edebi Şeyler); Sabahattin Ali’nin eşi ve kızına yazdığı mektuplar, Canım Aliye, Ruhum Filiz (YKY); William Faulkner’ın Mektupları (Hece); Franz Kafka’nın Milena’ya mektupları hem yeni çevirilerle hem de yeni basımlarıyla (Can, Timaş, Say, Tutku, Panama); Fyodor Mihayloviç Dostoyevski’nin Mektupları (Hece); İlhan Berk’ten Enis Batur’a Mektuplar (Noktürn); Bilge Karasu’nun dostları Jean Nicolas ve Gino Harsh’a gönderdiği Mektuplar (Metis); Metin Altıok’tan kızı Zeynep’e Mektuplar (Kırmızı Kedi); Paul Auster ve J. M. Coetzee mektuplaşmaları (Can) ve Beat yazarlarından Jack Kerouac ve Allen Ginsberg’ün Türkçede yeni yayımlanan “Mektuplar”ı (İthaki) ve Refik Halid’den Rıza Tevfik’e Mektuplar-Aziz Feylesofum (Dergâh Yayınları)... Uzunca bir liste oluşturan bu kitapların yanı sıra Cemal Süreya’nın eşi Zuhal Tekkanat’a yazdığı Onüç Günün Mektupları (YKY) on birinci, Tezer Özlü ve Ferit Edgü’nün mektuplaşmaları Her Şeyin Sonundayım (Sel Yayıncılık) ise beşinci baskısını yenilerde yapmış durumda.
“Mektuplar önce insanı anlatır”
Özellikle edebi mektuplar sahibine daha içeriden bir bakış vaat ederken, Ömer Erdem’in yerinde tespitiyle: “Mektuplar önce insanı anlatır. Bizim onlara atfettiğimiz dil ve edebiyat değeri onların bu insanilikleri yanında üsluplarıyla iç içe geçer.” Fakat yayıncıların ve okurların bu mektuplara ulaşması biraz zaman alabiliyor. Hasan Bülent Kahraman’ın sözünü ettiği ‘aitlik’ meselesi mektupların sahibine, geride kalanların bunları nasıl değerlendirdiğine ve biraz da yayıncının maharetine bağlı. Uzunca bir direnişten sonra mektupları 2010’da yayımlayan Ferit Edgü, bu bekleyişi şöyle açıklamıştı: “Bu isteklere pek sıcak bakmadım. Yayımlanmaya değer bulmadığım için değil. Her yazarın kendine ait bir odası olduğuna ve bu özel odaya, eline kitabı alan herkesin girmeye hakkı olmadığına inandığım için.”
Orhan Veli’nin Nahit Hanım’a mektuplarını yayıma hazırlayan Murat Yalçın’ın değerlendirmeleri ise mektupların yayıncı ayağının nasıl işlediğini anlatıyor. Yalçın, Orhan Veli’nin kardeşi Füruzan Hanım’ın, Nahit Hanım’ın bu mektupların yayımlanmaması ricasında bulunduğundan ve kendisinin de ağabeyinin edebî kişiliğini zedeleyebileceği endişesi taşıdığından söz ediyordu: “Ne var ki, gönlümüz mektupların daha fazla gömülü kalmasına razı olmazdı – üstelik bu kadar yakınımızdayken. (...) Mektup yayımlamak her zaman netameli bir iştir. Bir kere, mahremiyete el atmaktır. Sonra, hukukî sonuçlara gebedir.”
Mektup türünde yayımlanan kitapların artacağını söylemek zor değil. Paul Celan’ın Bachmann’a söylediği gibi “Mektup beklemek zordur.” Biz okurlar için de edebiyat tarihine mal olmuş isimlerin çekmecelerde kalmış mektuplarının gün yüzüne çıkmasını beklemek elbette zor oluyor.
Musa İğrek
Zaman Gazetesi
1/5/2014
Yorumlar
Yorum Gönder