Asaf Hâlet Çelebi’nin talihsizliği


Amerikan edebiyatının ustalarından Edgar Allan Poe’nun her doğum gününde, şafak sökmeden mezarına gül bırakan esrarengiz bir yabancıdan söz edilir. Rivayete göre, gülü bırakan kişi aslında 1998’de ölmüştür ve bu sadık Poe hayranı, geleneği iki oğluna bırakmıştır. 1940’lardan berisüregelen ve herkesin kuşaktan kuşağa geçeceğini beklediği bu ritüel, 2009’dan sonra gerçekleşmez oldu. Baltimore’daki Edgar Allen Poe Müzesi Müdürü Jeff Jerome, 2012’de bir açıklama yaparak, son iki yıl ortaya çıkmayan bu ziyaretçinin eğer bu yıl da gelmezse geleneğin resmen sona ereceğini duyurmuştu. Geçtiğimiz yıl da gelen olmadı fakat şairin kalabalık bir okur grubu, her 19 Ocak’ta ustayı yalnız bırakmayacağını duyurarak, bu gül geleneğini bir nevi sahiplendi.

‘UNUTTURULMAK İSTENEN BİR ŞAİRDİ’

Batı dünyasında, ölümünden sonra edebiyatçılara gösterilen vefa hep dikkati çekmiştir. Onlar adına düzenlenen festivaller, etkinlikler, anmalar ve yayımlanan biyografiler, yazarı yaşatmak için başvurulan yollardır. Bizdeki yıldönümü kutlamaları ise (ki her zaman gerçekleşmez) yazarın ‘hayatı, sanatı ve eserleri’ çerçevesinde bir sempozyumdan, yazar hakkında öteden beriden toplanmış yazıların yer aldığı bir kitaptan öteye geçmez. Bunun yanı sıra Batı’da uzun bir geçmişi olan biyografiler, özellikle unutulmuş yazarları yeniden gündeme taşıyan en önemli keşiflerdir. Yazarın zihinlerdeki yerini derinleştiren, onu daha açığa çıkaran bu zahmetli eserler, okurların yazarı daha da yakından tanıması için büyük önem taşır. Türkiye’de ise bu türe olan ilgi maalesef yetersiz ve genelde akademik çevrede sınırlı kalıyor.

EDEBİYAT ÇEVRELERİNDE MİZAH KONUSU OLDU

Dünyadan göçmüş yazar ve şairlere ilgisizliğin bizdeki alışılmışlığı, Türk Edebiyatı dergisinin ocak sayısında kendini yeniden ele verdi. “Türk Edebiyatında Budizm ve Asaf Hâlet Çelebi” başlıklı dosyada, edebiyatımızın önemli şairlerinden Asâf Halet Çelebi’nin (1907–1958) Küplüce Mezarlığı’ndaki kabrinin perişan halini gösteren fotoğraf, yazarlara gösterdiğimiz vefanın(!) açık delili. Beşir Ayvazoğlu’nun, üzerinde çalıştığı Asaf Halet Çelebi biyografisinden küçük bir bölümü paylaştığı yazıda, Çelebi’ye dair pek çok yeni bilgi yer alıyor. Ayvazoğlu, geçtiğimiz yıllarda Yahya Kemal, Peyami Safa, Ahmet Haşim, Tarık Buğra gibi isimler üzerine derinlikli biyografiler yayımladı. Asaf Hâlet’e dair dergideki bu tadımlık yazının nasıl bir eserle tamamlanacağı şimdiden merak konusu. “Om Mani Padme Hum: Türk Edebiyatında Budizm ve Asaf Hâlet Çelebi” başlığını taşıyan dosya için Ayvazoğlu “Çelebi, Cumhuriyet devri şiirimizin en önemli temsilcilerinden biri olduğu hâlde, yaşarken çok aşağılanmış ve unutturulmak istenmiş bir şairdi. Divan şiiriyle Batı’daki soyut şiir akımlarının çarpıcı bir sentezini vücuda getirerek saf şiire ulaşmaya çalışan bu çok kültürlü, nev’i şahsına münhasır şaire dikkatinizi bir kere daha çekmek istedim.” diyor.

Çelebi, Sidharta adlı şiirini ilk kez 1940’ta yayımlar. Ayvazoğlu’nun aktardığına göre Çelebi, dost meclisinde zaman zaman okuduğu ve pek ortaya çıkarmak istemediği bu şiiri, şairin kendisine haber verilmeden Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun bir Buddha gravürüyle Yeni Ses dergisinde yayımlanır. Şiiri gören Çelebi, bu işin arkasındaki dostlarına öfkelenir. Ayvazoğlu, şiirin yayımlanmasının ardından Çelebi’nin Türkiye’nin en popüler şairlerinden biri haline geldiğini söyler, fakat şair bu şiirdeki Budist duasıyla, mizah yazarları ve karikatüristler için bir malzeme olmuştur. Ayvazoğlu için, “Bu şiirden hemen her zaman sadece alaycı bir dille söz edilmesi, hiç kimsenin “Om mani padme hum” sözünün ne anlama geldiğini, daha da önemlisi, şairin Budizm’e niçin ve ne zaman ilgi duymaya başladığını sormamış olması” şaşırtıcıdır. Dünyadaki Budizm uzmanlarının eserlerini getirterek okuyan Çelebi, 1940 ve 1941’de Hamle ve Yeni Adam dergilerinde Budizm edebiyatından çeviriler yayımlar. Ayvazoğlu, Sidharta’nın, bütün duaların kabul edildiği anlamına gelen Saravârthasiddha kelimesinin kısaltılmışı olduğunu belirtiyor.

Çelebi hakkında bir diğer dikkat çekici bilgi ise şairin vejetaryenliğidir. Ayvazoğlu, şairin bu etyemezliğini Budizm’e duyduğu ilgiye bağlıyor. Çelebi’nin 1940’ta Abidin Dino hakkında yazdığı şu cümleler de buna bir işarettir: “Abidin’in en mühim günahlarından birisi koyun eti yemesindedir; bununla beraber hiç olmazsa insan eti yememesi bu günahı hafifletmektedir.” Ayvazoğlu’nun Çelebi hakkında hazırladığı biyografinin, şairin zihnimizdeki imgesini derinleştireceği kesin.





Yorumlar