Okumak isteyeceği kitaplar yazan adam…

Ali Teoman
Gazetecilerin telefon rehberleri koca bir dünyayı barındırır. Miras gibidir biraz da. Özellikle edebiyat dünyasından pek çok kimse yeni bir deftere yazılmadıkça o yıllanmış sayfalarda hayattadır. Bir haber için isimler arasında dolanırken karşınıza dünyasını değiştirmiş birçok yazar çıkar.

Yine bir haber telaşı… Bu kez “a” harfinde duraksama. Ardından buruk bir tebessüm. Önceki hafta kaybettiğimiz Ali Teoman’ın ismi vardı bu kez sayfada. Hatıralar boy vermeye başladı… Asıl şaşırtıcı olan ise isimler arasındaki telaşlı koşturmacada “n” harfinde yaşanandı. Teoman’ın bize miras bıraktığı meşhur edebiyat oyunu Nurten Ay’ın ismi de bu listedeydi. Kim bilir hangi telefon defterinden buraya aktarılmıştı. Yoksa kara kaplı defterin sahibi için bir oyun muydu bu?  Pek de değil. Zira ismin hemen yanında bir telefon numarası ve elektronik posta adresi vardı.

Ara Kafe’de buluşma

Telefona gitmeye niyetlenen, e-posta atmak isteyen bir el… Bu Nurten Ay 1991 Haldun Taner Öykü Ödülü’nü Gizli Kalmış Bir İstanbul Masalı adlı kitapla kazanan Nurten Ay mıydı acaba? Aslında artık çok da mühim değildi. Giden gitmişti. Dağınık masada Ali Teoman’ın yeni kitapları Gezgin Günce Britanya Defterleri ve Taş Devri ile göz göze gelmek biraz iyi gelse de söyleşi için Ara Kafe’de buluştuğumuz zamanki sıcak ve samimi anlar bir bir beliriverdi gözümde… Birkaç gün sonra İngiltere’ye doğru yollara düşecek, telaşlı ve heyecanlı bir yazar vardı karşımda. 90’ların başında yazdığı, fakat yayımlamadığı Eşikte adlı ilk romanını 18 yıl sonra okurlara sunmuştu. Bunu ve yaklaşık yirmi yıllık yazı hayatını konuşacaktık.

Ali Teoman’ın amansız hastalığının ardından eski defterler açılmış, yarım kalanlar tamamlanmak üzere tekrar masaya konulmuştu. Kendinden emin cevaplarıyla ilerliyordu söyleşi. Masada bizden önce muhtemelen bir şeyler karalanmış bir defter vardı.  Sır saklamakta usta olan yazarın, epey ‘ses getiren’ Nurten Ay oyunu herkesçe malum. Vakti gelmiş ve oyun bitmişti onun için… Çok söze gerek yoktu.

Bu muzip yazarın tezgahında biriken, yazmak istedikleriydi… Söyleşi boyunca mütevazı duruşunun hemen yanında koşturan o çocuksu hali ıskalamak mümkün değildi. Hem söylemek hem susmak arasında gidip gelen bir yazarın çırpınışları biraz da. Hayatı algılayışının mimarlıktan gelen bir tecrübeyle daha da derinleştiğini söylüyordu. Bundan pek mutluydu. Yazı ile esaslı ilişkisine anlatıyordu. Konu sözlüklerle olan ilişkisini geldiğinde ise büyük bir heyecana kapılmıştı: “Odam her dilden sözlükle doludur. Sözlük okumayı çok severim. Roman okur gibi okurum.”

Amacını “okumak isteyeceği kitaplar yazmak” olarak belirleyen bir yazarın yazmak üzerine şu sözleri kulak verilmeye değerdi: “Sadece kendiniz için yazmazsınız. Ben kendim için yazıyorum demek çok anlamsız bir laf. O sadece kendini aldatmadır. İnsan kendisi için yazmaz, kendisi için yazsaydı metinler çekmecede dururdu. Yayımlatıyorsa o zaman kendisi için yazmıyordur. Ama yazdıklarınızı da bir zaman sonra alıp okursunuz ve yıllar ötesinden kendinize yazdığınız bir mektuptur.”

Uzunca bir öğleden sonra birlikteliğinin ardından fotoğraflar çekildi. Sonrasında ise bir adres tutuşturdu elimize. Zira yaklaşık bir ay İngiltere’de olacaktı. Kitap Zamanı’nı sanırım babasının adresine postalamamızı istemişti. Gönderdik. Sonrasında ara sıra Beyoğlu’nda karşılaşmalar, ayaküstü konuşmalar... Bayramlarda da tebrikler eksik olmadı.

Okuma gününü beklerken…

Ali Teoman’dan en son 22 Mart’ta posta kutusuna düşen bir mesaj: “Ben Ali’nin eşi Dilek. Bu cuma Boğaziçi Üniversitesi güney kampüsünde, Ali’nin Kırmızı Yayınları’ndan bu ay yayımlanan kitabı Gezgin Günce ile ilgili bir okuma düzenlenmektedir. Ali sağlığı elvermediği için bu okumaya katılamayacaktır ama kendisi benden tüm arkadaşlarına mesaj göndermemi rica etti.” 23 Mart günü ise yeni bir posta “Bu haberi verdiğim için çok üzgünüm. Ali’yi bu sabah kaybettik. Cenazesi cuma öğle namazında Bebek Camii’nden kalkacaktır.”…

Söyleşi gününde masadaki o minik defter galiba yeni yayımlanan Gezgin Günce’nin notlarıydı. Kitaptaki 19 Haziran 2008 tarihli günlüğün tepesinde Dağlarca’nın İçeri Sait Faik kitabından “Nedir/ Yazı yazanların / En önce yitirdiği?/ Anneleri mi hayır/ Kardeşleri mi hayır/ Kendi yüzleri” dizelerini koymuştu Teoman. Dağlarca’nın kitabından bu kez kendisine hitaben “O büyük yeryüzü sevginle/ Bu sınırsız gökyüzü sevginle/ Gidici değil/ Kalıcı oldun sen” desek kimse itiraz etmez herhalde… Aksine aynı dizeleri mırıldanır durur.

Musa İğrek, İstanbul
Kitap Zamanı

Yorumlar