Ta'lik'in ustasına armağan


Osmanlı bakiyesi sanatkârları anlatmak biraz zordur. Kelimeler çekingen davranır. Dünyalarının inceliği ve zarafeti bir zarar görür diye diken üzerinde yürürsünüz. Lakin biraz yol aldıktan sonra hemencecik yanlarına postu sermek kaçınılmazdır. Hat sanatına gönül vermiş iki usta var karşımızda. Biri ta'lik yazı türünün zirvelerinde: Prof. Dr. Ali Alparslan. (1925–2006) Diğeri ise bu sanatın tarihine kendini adamış M. Uğur Derman. İkisi de Necmeddin Okyay'ın rahlesinde dirsek çürütmüş, geleneğin içinden yetişmiş. Bu iki ustanın elli yıllık dostlukları ise kıskanılası türden.

M. Uğur Derman kadim dostu için bir armağan kitap hazırladı. Edebi ve Hattı ile Ali Alparslan (YKY). Kitabın adı bile çok şey söylüyor. Derman, usta hattatın hayatını, sanatını anlatırken, pek çok hatırayı da aktarıyor. Eserin ikinci bölümünde ise Ali Alparslan'ın dağınık halde çeşitli koleksiyonlarda bulunan eserleri bir albüm halinde sunuluyor.

Uğur Derman, 'Ali ağabey' diye bahsettiği ustayı anlatmanın zorluğunu ilk sayfalarda hemen itiraf ediyor: "Dile kolay gelir amma, tam yarım asırlık bir tanışıklığın ve dostluğun hikâyesini buraya sığdırmak bana hiç de kolay görünmüyor. Ne yapmalıyım? Sülüs-nesih hattında ilk meşk olarak yazılan, 'Rabbim, kolaylaştır; güçleştirme. Rabbim, hayırla tamamına erdir' meâlindeki 'Rabbi yessir..' duasıyla söze başlayayım. Ne de olsa, bahsimizin konusu -ömrü hat sanatıyla hemhâl olarak geçen- rahmetli Ali Alparslan'dır; feyzi elbet bize de saçılır."

ÇEMBERLİTAŞ'TAKİ PERŞEMBE TOPLANTILARI

Derman'ın bu feyizden nasiplendiği ortada. Zira hazırladığı armağan kitap, bir sanatçının ardından yapılacak en güzel vefa örneği. Alparslan, hayatta olsaydı kuşkusuz o da bu eseri sevecekti. Peki, ta'lik yazı türünde çok yetkin eserler veren Ali Alparslan bu sevdaya nasıl tutulmuştu? Geleceğin usta hattatı, öğrencisi olduğu Haydarpaşa Lisesi'nin kütüphanesinde gözüne ilişen Reisü'l Hattatin Hacı Kamil Akdik kitabını okuyup inceledikten sonra hat sanatına karşı ilgi duyar. Hezarfen Necmeddin Okyay'a gider. Onun tavsiyesi üzerine tâ'lik hattı meşk etmeye başlar. Alparslan, derse başladığı ilk aylarda biraz zorlanınca vazgeçer. Necmeddin Okyay hemen haber gönderir derslere devam etmesini ister. Ki o zamanlarda talebe bulmanın zorluğu malum.

Ali Alparslan, Necmeddin Okyay'dan ta'lik, divani ve rik'a meşk edip icazet alır. İlk imzalı eseri Üsküdarlı aktar ve sanatkâr Mustafa Düzgünman'a yazdığı 1947-48 tarihli celi ta'lîk levhadır: "Yâ Hazret-i Pir Kâ'betü'l-Uşşâk Seyyid Azîz Mahmûd Hüdâyî". Derman, bunun Alparslan'ın elde mevcut en eski tarihli meşki olduğunu söylüyor. Alparslan, İbnülemin Mahmud Kemal İnal'ın hazırladığı Son Hattatlar kitabında da en genç hattat olarak yerini alır. Emin Barın'ın Çemberlitaş'taki cilt atölyesinde başlatılan ve 20 yıl kadar süren perşembe toplantılarının müdavimidir.

Alparslan'ın asıl branşı edebiyat. İstanbul Üniversitesi'nde klasik edebiyat dersleri okuttu. Yurtdışında da çeşitli üniversitelere yolu düştü. Edebiyat fakültesinden emekli olduktan sonra Mimar Sinan'da ve Süleymaniye Kütüphanesi'nde ömrünün son dönemlerine kadar ders verdi. Yaklaşık 57 yıllık sanat hayatına pek çok eser, talebe ve hatıra sığdırdı.

SICAK BİR ÜSLUP

Kitapta Uğur Derman'ın sıcak üslubu hemen seziliyor. Derman, Alparslan'ın doğumu ve ölümü arasında mekik dokurken, kendisinin de şahit olduğu hatıraları aktarıyor. Derman, Ali Alparslan'la yolculuk yaparken usta hattatın Hafız'dan, Ömer Hayyam'dan okuduğu Farsça şiirleri bile zihninin kuytularından çıkararak paylaşıyor. Necmeddin Okyay, Mustafa Düzgünman, Abdülbaki Gölpınarlı, Sacid Okyay, Niyazi Sayın gibi ustalarla kesişen yollar, fotoğraflar bir dönemin tarihine ışık tutuyor. Kitap, yer yer Ahmet Yüksel Özemre'nin Üsküdar'da Bir Attar Dükkanı'nı hissettiriyor.

Eserin, göze şenlik sunan albüm bölümü ise bambaşka bir hazine. Ayet-i kerimeler, hadis-i şerifler, kelâm-ı kibarlar, kasideler, şiirler... Ta'lîk, celî ta'lîk, dîvânî, celî dîvânî, şikeste ve rik'a ile yazılmış eserlerin her biri hat sanatının eşsiz güzelliğini fısıldarken Ali Alparslan gibi mütevazı, derviş meşrep bir ustayı işaret ediyor. Katalog bölümünde, Ali Alparslan'ın 1952'den 2005'e kadar geçen 53 yıl içinde kıt'a veya levha şeklinde yazdıklarından seçilmiş seksen bir eser yer alıyor. Katalogdaki son eser, Alparslan'ın son dönemlerinde yazdığı 'Bu da geçer ya hu'. Bu söz, Uğur Derman'ın deyişiyle "iyilik ve güzelliklerle geçen 81 senelik ömrün adeta muhasebesi gibidir." Kitabın sonuna geldiğinizde hat sanatının büyülü dünyasında, kozalarını sessizce ören pek çok zarif insanın hikâyesi avucunuza düşecek.

İki dostun ta'lik-nesta'lik tartışması

Uğur Derman, Ali Alparslan'la ilgili bir hatırasını şöyle anlatıyor: "Bunca yıllık yakınlığımız içinde merhum Alparslan'la -bir kerelik- ihtilafımız oldu ve sessizce süregeldi. Kendisi senelerdir ta'lik adıyla öğrendiğimiz o nazenin yazıyı 1985'ten sonraki makalelerinde -İran'daki gibi- nesta'lik olarak tanıtmaya başlayınca, Osmanlı'nın buna beş asırdır ısrarla ta'lik dediğini; kaynak eserlerde de böyle anıldığını, galat-ı meşhur haline gelen bu kelimenin değiştirilmesinin büyük bir kavram kargaşası oluşturacağını belirten bir tebliği IV. Eyüpsultan Sempozyumu'nda sundum, aynı yıl da basıldı. Ali ağabey, bu itirazıma yazılı veya sözlü bir cevap vermedi; çevresindekilere de yazdıklarıma dair men'i bir ifade kullanmadığını, görüşlerimizin farklı olduğundan bahsettiğini öğrendim. Daha sonraki karşılaştırmalarımızda, konuya temas etmeden, beraberken sadece ta'lîk demekle, nezaketini ve hatırşinaslığını gösterdi. Lakin, yazılı beyanlarında nesta'liki kullanmaya devam etti. Nitekim, vefatından neredeyse üç yıl sonra neşredilen son makalesinde de aynı anlayışın hüküm sürmekte, yeni nesillerde ta'lik/nesta'lik kargaşasının yayıldığını görmek ise bu satırların yazarını üzmektedir.”

Musa İğrek, İstanbul

Zaman Gazetesi

12/09/2010

Yorumlar