Çözün şehrin gizli dilini!

Bir çağdaş sanat etkinliğimiz var artık, üç yılda bir düzenlenen: 'Trienal'. (Marmara Üniversitesi Uluslararası Öğrenci Trienali'ni ayrı bir yana koyarsak). "Çağdaş sanat tabii, iyi hoş da yeteri kadar var zaten" diye itirazlar yükselebilir, lakin şehrin doymaya niyeti yok. Dünyada da durum bundan farklı değil aslında. Bienallerin yaygınlaşmasının altında bir mantar gibi çoğalan, yeni müzelerin, yeni galerilerin etkisi büyük diyebiliriz. Bu işe kafa yormak eleştirmenlere kalsın, Bağımsız Sanat Derneği tarafından düzenlenen 1. Uluslararası İstanbul Trienali de kendi derdini anlatmanın peşinde.

Trienal için taşınabilir bir anlayışla tasarlanan 'Şehrin Gizli Dili' isimli bu ilk sergi, Karaköy Sanat Limanı'na demir attı. Sergide "Farklı kültür alaşımlarının ve çatışmalarının yaşandığı İstanbul'da, bir ayrılış gerekçesi ve buluşma vesilesi olarak yalnızlaşma-yabancılaşma-kimliksizleşme-dilsizleşme" kavramlarının etrafında üretilmiş resim, fotoğraf, enstalasyon, heykel ve video türlerinde eserler var. Uluslararası küratör Rosa Martinez, 'iyi bir bienalin politik ve özünde ruhani olması gerektiği'nden söz eder. 1. Uluslararası İstanbul Trienali'ndeki işler bu politik havayı solumuşa benziyor. Sanatçıların odaklandıkları kavramlar pek çok kimsenin yarasını göstermekle kalmıyor, üzerindeki kabukları bir bir söküyor.

Sanat Limanı'nda 19 Eylül'e kadar görülebilecek serginin küratörlüğünü Hülya Yazıcı Aktaş üstleniyor. Sergide Rauf Tuncer, Ayşe D. Taşkent, Ufuk Duygun, Taci Küntüz, İpek Şenel, Recep Akar, İlhami Atalay, Hilal Küntüz, Fatma Yıldız, Davut Özgül, Melike Demirkaynak, İdil Saliha, Emel Erkan, Kıvanç Başkan, Özlem Güzelyurt, Nihan Oğuz, Akbars, Meryem & Vildan Yabanigül, Emel Nekay, Sena Aktaş, Birsen Kar, Hüseyin Genç, Serap Sönmez ve Hülya Yazıcı Aktaş'ın eserleri yer alıyor. Bir kalem, bir masa, bir çöp kutusu ve tepede sarkaç gibi asılı duran koca bir kağıt rulosu. Altında da minik bir not: "Önyargılarınızı ve artyargılarınızı lütfen çöp kutusuna atın." Hüseyin Genç'in eseriyle böyle huzursuz edici bir yolculuğa çıkmanın zorluğu bir tarafa bu cümlenin karşısında kaygısız kaygısız durmak zor. Çöp kutusuna çocuksu bir merakla göz attığınızda içindeki huzursuzluğu dökenler yok değil, ama çoğunluk susmuş sanki.

Kimliğini yitiren bir mekan

Usta öykücü Mustafa Kutlu, son kitabı Zafer Yahut Hiç'te, İstanbul'un ücra yerinde gittikçe şehirleşen, Tepeköy'ü ve sakinlerini anlatır. Kitapta, her şeyin baştan ayağa kabuk değiştirdiği bu yerde gitgide yabancılaşan, kendi kimliğini yitiren bir mekan karşımıza çıkar. Sanatçı Melike Demirkaynak'ın "Kente Dokunmak" başlıklı posterleri, afişleri de böyle bir değişime işaret ediyor diyebiliriz. Ama bu kez şehrin göbeğinde Fatih semtindeki bir dönüşümü ve bu kargaşada hayatını sürdüren birbirinden habersiz insanları anlatıyor.

Şehrin Gizli Dili'nin peşinde dolanırken Birsen Kar'ın "Özgür Kafe" adlı yerleştirmesi sizi karşılıyor. Bu kafenin kuralları var tabii: Kızıl saçlılar, kol düğmeliler, takıntısı olanlar ve pembe ojeliler giremez! İstanbul gibi sonsuz bir kentin içinde dar alanda paslaşmaya zorlanan insanları, farklılıkları kabul edilmeyip ötekileştirilenleri anlatan bu çalışma takıntılarından kurtulamayanlara, at gözlüklerini çıkaramayanlara bir tepki niteliğinde. Vildan Yabanigül'ün, İkna Odası adlı çalışması da bir dönemin psikolojik işkence aracı olarak tanımlanabilecek baskıları anlatıyor. İpek Şenel'in "Sabundan Günlükler" eseri ise sabuna yazılmış günlükleri izleyiciye sunarken, geçiciliğe göndermeler yapıyor.

Trienalin ömrü uzun olur mu bilinmez; fakat bugünden bakınca güzel bir geleceği vaat ediyor. Küçük bir eleştiri: sergideki işlerin ne zaman üretildiğini bilmeniz zor. Zira bilgi metinlerinde bu yok. Yusuf Sûresi'nden "O, onları tanıdı ama onlar onu tanıyamadı." ayetini başlığına taşıyan sergide, size tanıdık gelecek pek çok hikâye var kuşkusuz. Şehrin Gizli Dili, Sanat Limanı'nın ardından 4-24 Ekim'de Eminönü-Hünkâr Kasrı'nda ve Taksim Metro İstasyonu'nda olacak.

Zaman’da yayımlandı.


Yorumlar