'Susanlara hiçbir şey sormayınız'


Hikâye, 1985'te başlar. Kahramanımız dünyanın ta tepesinden, Finlandiya'dan İstanbul'a doğru yola koyulur. İlk kez karşılaştığı bu şehir, içinde kocaman bir yer eder. Çoğaldıkça çoğalır her şey. Tarifsiz bir çekim başlar. İstanbul'un bir sanatçıya dünya kadar malzeme sunduğu malum. Çekip alınacak, işlenecek ve hayata katılacak o kadar çok şey var ki... O da bu gözle bakınır yanına yöresine.

Tanpınar, Beş Şehir'de ölüleriyle yan yana yaşayan, sevinçlerini, hüzünlerini onlarla paylaşan eski İstanbul mahallelerinden söz eder. Ölülerle aramızdaki mesafeyi gittikçe uzattığımız bu çağda, Finlandiyalı sanatçı, Tanpınar'ın söz ettiği mahallenin bir sakiniymiş gibi kendini 'susanlar'ın büyüsüne kaptırır. Osmanlı padişahlarının, onların eşlerinin, çocuklarının; devlet adamlarının, dervişlerinin türbeleri anlam veremediği bir sesle kendine çağırır onu. Türbeler, bir dantel inceliğinde işlenen mezar taşları belleğinin kuytularında dolanıp durur. İstanbul'da kendisiyle karşılaşır. Geliş gidişleri artar. Her gelişinde bir yüklenir, bir boşalır... Türbeler ve mezarlıklar üzerine kafa yorar durmadan. Talihlidir, zira yolu Milli Reasürans Sanat Galerisi'nin yöneticisi Amelie Edgü ile kesişir. O da türbelere ve mezarlıklara tutkundur. İki kafadar bir olunca da 25 yılın sonunda ortaya bir sergi çıkar. Hikâye uzundur aslında...

Behçet Necatigil'in "Susanlara hiçbir şey sormayınız" dizesini kahramanımız Finlandiyalı sanatçı Juhani Tuominen'in omuzuna kondurabilirsiniz. Onun türbeler ve mezarlıklara olan tutkusunu anlatması o kadar zor ki... Bu zorluk hem kendine hem de etrafındakilere yapışıp kalıyor. İki sözünden biri sessizlik... Sözü eserlerine yüklüyor. "Yapmak istediklerim işte orada." deyip sıyrılıyor. Bu suskunluğunun cevabını eserlerine bırakıyor.

Finlandiya Lapland Üniversitesi Sanat ve Tasarım Fakültesi'nde profesör olan Tuominen için İstanbul'a olan uzun yolculuklarının meyvesini görmek sevindirici. İlhamını aldığı şehirde ilk kez bir sergi açan sanatçı, Milli Reasürans Sanat Galerisi'nde 'Waiting Room' (Bekleme Odası) adlı sergisiyle bu tutkusunu paylaşıyor. II. Murad, Telli Baba, İdris Baba, Hasan Dede, dervişler ve sema ayinini resmettiği soyut çalışmalarıyla ölüm, türbe ve mezarlık gibi kavramlarla bağını kuvvetlendiriyor. Kolajlarla bu suskunluğunu anlatmaya çalışan sanatçı, önemsiz gibi görünen şeyleri çekip çıkarıyor. Bunu yapıp etmelerinde aldığı eğitimin katkısı büyük. O da bunu kabul ediyor.

Sanatçı belki de kendi ülkesinde bulamadığı sessizliğin izinde biraz da. Koca bir şehirde peşine düştüğü 'hakikat' onu Kasımpaşa'da bir ev almaya kadar götürüyor. Kendini bu şehre ait gören Tuominen, hayatı anlamanın yolunun ölümden geçtiğini düşünüyor. Ritmik bir sıra gibi sonsuzluğa ilerleyen resimlerinde kimi zaman bir dervişin ayak seslerini, kimi zaman bir sandukada vaktini bekleyen bir ruhun yükselişlerini sezebiliyorsunuz. Hayat ve ölüm arasında gidip gelen bir çizgide sanatçı, izleyenleri uçlara sürüklüyor.

Kündekâri ahşap kapılar, kalemişi süslemeler, türlü türlü hatla yazılmış kitabeler, kubbeden zincirlerle sarkan kandiller, rengarenk boyanmış devekuşu yumurtaları, firuze ve mercan kırmızısı ile renklendirilmiş çiniler hepsi başka hallere bürünüp sanatçının eserlerinde varlık gösteriyor. Zihni bazen yoran bu yoğunluk, kendi ritmini tamamladıktan sonra Tuominen'in pek konuşkan olmayan huzuruna ortak ediyor. Bu hikayede, Wittgenstein'in 'Üzerine konuşulamayacak şeyler hakkında susmalı.' sözü bir çıkış olabilir mi peki?

Finlandiya Ankara Büyükelçiliği, Finnish Fund for Art Exchange, University of Lapland ve Finnish Cultural Foundation katkılarıyla gerçekleşen sergi, 5 Haziran'a kadar Milli Reasürans Sanat Galerisi'nde gezilebilir.

Musa İğrek, İstanbul

Zaman Gazetesi

27/05/2010

Yorumlar