Bir zamanlar İstanbul

Haliç'e demirlediğimizde tarih 30 Aralık 1835'ti; uzun müddettir beslediğim ümitler nihayet hakikat olmuştu; kalabalık tepelerinin üzerindeki tahtına kurulmuş olan, sahilleri saraylardan bir çiçekle çevrili Boğaziçi'nin gümüşi sularının eteklerini yaladığı şehirlerin sultanı önümdeydi işte."

İstanbul'a yolu düşen İngiliz seyyah ve şair Julia Pardoe (1806-1862) bu büyülü şehre ayak basarken nasıl bir sonsuzluğun içinde kaybolacağını hissetmişti şüphesiz. 1836'da 10 ay kaldığı İstanbul'u anlattığı üç ciltlik seyahatnamesinin, alıntıladığımız giriş cümlelerinden bunu anlamak mümkün. 30 Aralık 1835'te İngiliz ordusunda subay olan babası Thomas Pardoe ile birlikte yolu İstanbul'a düşen yazar, bir kadın duyarlılığıyla İstanbul'a ait pek çok ayrıntıyı yakalayacağını bilmiyordu belki de. Zira bu şehre dünyanın dört bir yanından seyyahların yolu düşmüş, hepsi bitmek tükenmek bilmeyen zenginliği anlatmaya çalışmıştı. Julia Pardoe'nun dünyada çok ilgi gören üç ciltlik seyahatnamesi The City of Sultan and the Domestic Manners of The Turks, dilimizde Sultanlar Şehri İstanbul adıyla tek kitap olarak yayımlandı. Türkiye Tekstil Sanayii İşverenleri Sendikası'nın katkılarıyla Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları'ndan çıkan kitaba ressam William Henry Bartlett'in gravürleri eşlik ediyor.

1967'de Türkçeye çevrilmişti

19. yüzyıl İstanbul'unu anlatan iyi kitaplardan biri olarak görülen eser, Türkçeye ilk olarak 1967'de Yabancı Gözü ile 125 yıl önce İstanbul: Sultanın Şehri ve Türklerin Aile Hayatındaki Gelenekleri adıyla Bedriye Şanda tarafından kısaltılarak çevrilmişti. İngiltere'de de yayımlandığı dönemde epey ilgi gören kitap pek çok kez basılır. Pardoe eseri gözden geçirerek yeniden kurgular, güncelleştirir, kısaltır. Bu yeni eser, döneminin ünlü gezgin çizeri W. H. Bartlett'in 1850'lerde bu yeni çalışma için çizdiği 90'a yakın gravür ve bir haritayla birlikte Beauties of the Bosphorus (Boğaziçi'nin Güzellikleri) adıyla yayımlanır. Tam metin halinde 678 sayfa olarak sunulan kitap, 19. yüzyıl Osmanlı gündelik hayatına -oryantalizme biraz bulaşsa da- ‘içerden' bir gözle bakıyor.

Babasıyla yollara düşen Pardoe yazarlığının yanında şair, tarihçi ve gezgin olarak kayıtlara geçen bir isim. İstanbul'a gelişi bir Ramazan gecesine denk geliyor. İlk durağı ise bir Türk evi. Yazar seyahatnamenin ilk sayfalarında bu büyülü şehir karşısında gördüklerini kuru bir biçimde aktardığı için kendini affedemediğini söylüyor. (Bu samimi itiraflarını ve şehre iyi niyetli bakışını, kimi zaman Osmanlı coğrafyasında uzun süre yaşamış Lady Montague gibi seyyahların haksız davrandığına kadar uzatır.) Kitap bahis bahis ilerliyor. Her bahsin altında anahtar kelimeler var. Pardoe'nun seyahati II. Mahmut dönemine denk gelmiştir. Paşa konaklarındaki bayram hazırlıkları, günler ve geceler süren saltanat düğünleri, sıvaları henüz kurumuş Selimiye Kışlası'nın koridorları, Pera sosyetesinin dedikoduları, mezarlıklar, Mevlevihane, halk şenlikleri, Esma Sultan Sarayı'ndan padişahın Ayasofya'daki Cuma Selamlığı, balo salonları… Hepsi uğradığı duraklar arasındadır.

Sanki topraktan şiir çıkıyor

Kitaptaki, "Shakespeare, Romeo ve Juliet'teki bahçe sahnesini yazdığı sırada gözünün önünde Boğaziçi vardı herhalde.", "De Lille ‘Hayallerin Hazzı'nı burada yazmış; Lamartine kızının hatırasına şiirlerini burada kaleme almış. Burada sanki topraktan şiir fışkırıyor." gibi cümleler Pardoe'nin nasıl büyük bir rüyanın içinde olduğunu ele veriyor. Öyle ki, bazen bir sütunun kenarına oturup şiirler kaleme almış. Seyahatnamenin kimi yerlerinde Pardoe'nin şiirlerini de okumak mümkün. Göz alıcı gravürlerin olduğu kitapla birleşen seyahatname kağıdıyla cildiyle kitaplıkta yer almayı hak eden evladiyelik bir eser. Buna kitabın özenli çevirisini ve editör hassasiyetini de eklemek lazım. Son olarak Pardeo'nun kitabın önsözündeki "İstanbul'da üç vebanın yangın, salgınlar ve tercümanlar olduğu söylenir. Orada bulunduğum müddet zarfında gördüklerime ve işittiklerime istinaden, bir dördüncüyü ilave etmek ve buna siyaset demek geliyor içimden." cümlesi de şimdilerde yaşanan uğultunun sırrını ele veriyor diyebiliriz.

Musa İğrek

Kitap Zamanı

01/02/2010

Yorumlar